Yaşamını Onayla

Çeşitli konularda alntılanmış keyifli hikayeler
Cevapla
Kullanıcı avatarı
awr
Yönetici
Yönetici
Mesajlar: 3064
Kayıt: 31 Tem 2019 15:03
İletişim:

Yaşamını Onayla

Mesaj gönderen awr »

Doğru Yaklaşım Seç!

Yaşam deneyimi, bize dünyada hiçbir şeyin sadece negatif olmadığını öğretmektedir. Çünkü negatif bir kutbun karşısında daima bir pozitif kutup vardır. ,

“Her gerçeğin iki yüzü vardır” der bir halk deyişi.

Aylarca hasta yatağına bağlı kalan bir araba kazazedesine, onun bu durumundan etkilenen bir arkadaşı tarafından bir kartpostal gönderilir, kartta başka şeylerin yanı sıra şunlar yazılıdır: “Muhteşem Emma Teyze büyük bir olasılıkla şöyle derdi: Bunda mutlaka bir hayır vardır.” Emma Teyze tamamen haklıydı.

Yeryüzünde tecelli eden önemli bir yasa, karşıtlık ilkesi’dir. Nötr bir merkezin bu tarafında ve öte tarafında karşıtlar karşı karşıya durmaktadır, fakat anlaşıldığı kadarıyla yine de bir birlik oluşturmaktadırlar. Sıcak ve soğuk, korku ve cesaret, mutluluk ve acı vs. bunlar karşıtlardır, fakat bu kavramların her biri kendi anlamını diğer karşıtından almaktadır.

Negatif kutup her ne kadar ön planda duruyormuş gibi gözükse de, onun pozitif tarafı da vardır, bu bazen neredeyse hiç hissedilmeyecek kadar geri planda duruyor olsa da, negatif olan yine de daha ağır basmakta ve maruz kalan kişi üzerinde durumun ağırlığına göre olumsuz bir temel ruh hali oluşturmaktadır. Pozitif kutup, biraz itina ve biraz da sabır gösterildiğinde, belki de beklenmedik biçimde tekrar görünür olacaktır, ama sadece ona karşı iyi yaklaşımlarda bulunulduğunda ve biraz da yardım edildiğinde tecelli etmez. O, kendini her tür vazgeçişte gizler, yani diğer kutba teslim olunduğu sürece kendini göstermez.

Karşıtlığa iki anlamlılık da katılır. İnsan bir şeye böyle de karar verebilir başka türlü de. Bir haber, bir çocuğun duygusallığı içinde algılanabileceği gibi, yetişkin, tecrübeli bir insan gibi de içselleştirilebilir. Geriye baktığımızda genelde şunu tespit ederiz, zaman bize büyük bir musibetten yeni bir şey oluşturmuştur. Halk dilinde musibetlere karşı şu deyiş hazır tutulur: “Zaman tüm yaraları iyileştirir.”

Zaman demek, her şeyin bir akış içerisinde olması, hiçbir şeyin kendini bize yakalattırmaması, ağırlık noktalarının yer değiştirmesi ve titreşimlerin oluşması, inişli çıkışlı dalgalanmalar, zirveler, çöküşler ve tüm bunların ardından yeniden yukarıya doğru bir çıkış, bir dönüş demektir.

Sabitlik ölüm demektir, hareket ise yaşama işaret eder. Fakat hareket aynı zamanda insanı negatif alanlara da götürebilir. Bunu hiç kimse engelleyemez. Ruhsal krizler kaçınılmazdır, normaldir, insan yaşamının bir parçasıdırlar, bizlerin tekamülümüzün ve olgunlaşmamızın bir parçasıdırlar. Ancak bu inişli çıkışlı dalga vadilerinin çoğu her şeye rağmen aşılabilir ve asıl bu aşmalar sonucu gücümüz oluşmaktadır. Böylece geleceğe doğru iyimser bir tavır içinde yol alabilmemiz için içimizde kendini sürekli yenileyen bir güç oluşur, çünkü bir kez başarılı olmuş biri bilir ki, o bunu bir kez daha ve hatta birçok kez daha başarabilir, isterse bu seferki şartlar bir öncekinden kat kat daha zor olsun,hiç fark etmez!

Yaşam şartları sürekli değişmektedir, evet şüphesiz değişmektedir fakat bunlar akıl, beceri ve anlayışımızla iyileştirilebilirler. Hiçbir şey değişmez ve kesin değildir. Tüm yaralar geçer, fakat iyileşme süreci zamana ihtiyaç duyar. Hiç kimse kendini peşinen yenilmiş olarak görmemeli ya da tükendiğini düşünmemelidir. Bizler, dış ve iç krizlerle başa çıkabilecek bir tabiatta yaratılmışız. Gücümüz, yeteneklerimizi onaylayıp cesaretimizi kaybetmediğimiz sürece, bize karşı olan direnişler ve engeller nedeniyle daha da artar.

Ne zaman ki korkarız, gücümüze ve yeteneklerimize olan öz güvenimizi kaybederiz, korktuğumuz başımıza gelir ve korkularımız kendi üzerimizde hakimiyet kurar. İnsan nasıl kendi cesaretiyle umduğunu gerçekleştirebiliyorsa, korku da, insanın endişeleriyle kendini gerçekleştirir.

Goethe döneminin tanınmış bir hekimi olan Cristoph Wilhelm Hufeland, haklı olarak şu soruyu yöneltmektedir: “İmgeleme gücünü herkes bilir. Fakat hiç kimse insanların bir tahayyül, bir kuruntu dolayısıyla hastalanabileceğinden şüphe etmez. Bu durumda kendini sağlıklı tahayyül etmek aynı ölçüde olanaklı ve çok çok daha iyi değil midir?” Hufeland aynı zamanda doğal şifa ilminin ve sağlıklı yaşam yönteminin ilk elçilerindendi.

Sağlıklı bir yaşamın nadir örneklerinden biri olarak İsviçreli ressam Paul Klee, günümüzde tüm dünya tarafından tanınmaktadır, fakat buna karşın yaşadığı o yıllarda alaya alınırdı. 1939 yılında, yaşamının sonlarında, kendi resimlerine dair bir kez daha yıkıcı bir eleştiri yayımlandığında, kırgınlık duymadığı ve alınmadığı için herkes şaşırıp kalmıştı. Fakat o tüm bu olup bitenlerle ilgili olarak sadece şunları söylemişti, hiçbir şey zorla olmaz, siz içinizdeki pozitif düşünceyi besleyin, yeter.

Bir futbol karşılaşmasında takımlardan biri goller açısından geride kaldığında, bu durum takımın ya cesaretini kırar ya da tam tersine onu hırslandırır, teşvik eder ve cesaretlendirir. Sonucu tersine döndürmekte kararlı olan takımın, her şeye rağmen parlak bir galibiyeti elde etme açısından önü oldukça açıktır.

Çevremizde öyle insanlar tanırız ki, tüm eksikliklerine rağmen ya da belki bu eksikliklerinden dolayı önemli başarılar elde ederler. Eğer vazgeçip bu eksikliklerine sığınsalardı bunları asla başaramazlardı. Fakat onlar tüm çaba ve cehitlerini pozitife yönlendirdiler ve sonunda başarı ve saygınlık topladılar.

Meşhur kişilerin öz geçmişi bu tezi doğrulayıcı pek çok kanıt içermektedir, kötü başlangıçlar ya da eksiklikler birer engel olarak görülmek zorunda değildir, aksine bunlar pozitif güçleri geliştirmek açısından birer temel sebep olarak görülmelidir. Besteci Ludwig Van Beethoven sağırlığına rağmen o güne kadar ulaşılamamış olan yeni ve bilinmeyen ses alanlarına adım atmıştır.

Johann Joachim Winkelmann, 1717 yılında Altmark bölgesinin Stendhal kentinde bir ayakkabı ustasının oğlu olarak alt sınıftan insanların henüz üst sınıfın gördüğü eğitimi göremediği bir dönemde doğmuştu. Bu dönemde alt sınıftan insanlar, üst sınıfların mevkilerine ve mesleklerine ulaşamıyorlar hatta bunu hayal dahi edemiyorlardı. Fakat Winkelmann bunu haya etti ve zor, dolambaçlı uzun yollardan geçerek arkeolojinin kurucusu oldu. Ünü tüm dünyaya yayıldı, hem de öyle bir yayıldı ki, asıl adı Henri Beyle olan ünlü fransız roman yazarı, soyadını Winkelmann’2ın doğum yeri olan Stendhal olarak değiştirdi.

Heinrich Schliemannn’ın öz geçmişi de bundan az ilginç değildir, o Winlkelmann’’ın takdire layık takipçisidir, Truva’yı bir din adamının oğlu olarak doğmuştur. Anlatılamaz özverilerle gençlik hayalinin peşinden koşmuş ve Homer’2in tasvirlerinde bir şeylerin doğru olması gerektiğine dolayısıyla da Truva’nın var olması gerektiğine inanmıştır. Sonunda gerçekten de hedefine ulaştı, Truva’yı kazdı, tüm dünyaca tanındı ve inanılmaz derecede zengin oldu.

Tarihten buna benzer örneklerle rahatlıkla bir kitabı doldurabiliriz. Tüm bu örnekler şunu öğretmektedir: Fedakarlık göstermeden hiçbir şey gerçekleşmez!

Eğer sigara kullanıcıları tüketimlerini kısıtlasaydı ya da daha iyisi bıraksalardı ya da alkolikler ellerini şişeye uzatmayı kesebilselerdi ne kadar çok felaket engellenirdi. İnsanlar nerede sinirsel gerginlikler, korkular, hayal kırıklıkları ve bunalımlarla karşı karşıya kalıyorlarsa, orada uyuşturuculara baş vurulmaktadır. Almanya’da şu anda yaklaşık olarak 1,8 milyon alkolik vardır, bunların çoğu tedavi edilemez derecede hastadır ve kendileriyle birlikte, milyonlarca insanı da doğrudan bu felaketin içine çekmektedir. Bu felaketi sayılara vurmak da olanaklıdır: alkolün halk ekonomisine Almanya’da her yıl açtığı zarar otuz milyar Alman markına ulaşmaktadır.

Soru: şimdi söyleyin, negatif bir şeyin içinde dahi pozitif bir şeyler görerek yaşamına bir anlam vermek isteyen mi gülünecek kişidir, yoksa şu kendini uyuşturuculara veren ve sonunda tüm sağlığından olacak olan kişi mi?

Günümüzde çoğumuzun atalarımızdan çok daha fazla şeylere sahibiz, bununla birlikte ebeveynlerimizin bildiklerinden çok daha fazla şeyler de bilmekteyiz, fakat tüm bunlardan dolayı hiç de onlardan daha mutlu değiliz. Psikoterapist Erich Fromm bu sahip olma hırsıyla kişisel değerler arasındaki ikilemi bir kitap başlığı olarak yalın bir şekilde şu formüle indirgemiştir: Almak ya da olmak.

Refah durumumuza rağmen ya da onlar nedeniyle hastaneler, hapishaneler ve terapi kuruluşları dolup taşmaktadır, bu arada Tanrının evleri boşalmakta, aileler boşanmakta ve kalp bağları ateş karşısındaki mum gibi eriyip çözülmektedir. Bu kriz, tüm bunları oluşturan olumsuz etkenleri ortaya koyarak ve tüm bunların sebeplerine inilerek çözülemez, daha fazlasına ihtiyaç vardır, bunun için kendimizi en azından kendi içimizde pozitif bir temel ruh hali oluşturmaya müsait kılmalıyız.

Politikacılar ve reklamcılar bu çeşit pozitif temel ruh haliyle bize sürekli bir şeyler satmaya çalışıp durmaktadır. Neden aklımızı çelmelerine izin veriyoruz? Neden her birimiz kendi içimizde pozitif temel ruh halini oluşturarak, kendi kendimizi yönlendirmeye ve yönetmeye çalışmıyoruz?

Sorunlar iyi ev arkadaşları değildir, bedenimize ve onun enerjilerine hiç mi hiç iyi gelmezler. Kim sürekli olarak sorunları didikleyip onlarla boğuşup durursa, günün birinde bunlarla, hiç kurtulamayacak kadar iç içe girer. Bunlara hakim olacağına, sonunda bunlar ona hakim olur. Negatif bir düşünceyi insan, sadece bunun içindeki pozitif amacı tanımak için aklına getirmelidir, başka hiçbir sebeple değil.

Psikoterapistlere, sürekli kötülükler tarafından kovalandıklarına ve özellikle kendi kaderlerinin diğerlerine kıyasla çok daha ağır olduğuna inanan pek çok hasta gelir. Ancak yaşantıları kendileriyle birlikte adım adım gözden geçirildiğinde görülür ki, burada hastanın gayet olağan bir şekilde talih olarak tanımlayabileceği birçok olaylar söz konusudur, ancak hasta ne yazık ki, kendi temel negatif yaklaşımından dolayı bunları gözden kaçırmaktadır.
Cevapla

“Kıssadan Hisse” sayfasına dön